MESLEK SEÇİMİ ÜZERİNE


Çocukluğumuzdan itibaren başlar meslek seçimi. Küçükken annemizin, babamızın “Benim oğlum/ kızım doktor olacak.” sözlerini sık duyarız. Büyükler bunu söylerken çocuğu sanki söylediği mesleğe başlamış gibi gururludur. İşte bu türlü bilinçdışı yönlendirmeler küçücükken başlar hayatımızda. Ama nedendir bilinmez hiçbir anne-baba çocuğunun, kendi yaptığı işi yapmasını istemez.
Bu kimi zaman “Bir eve bir tane doktor/ öğretmen/ mühendis yeter.” bahanesi olsa da aslında baba yaptığı işin zorluğundan dolayı, aynı zorluğa çocuklarının da düşmesini istemediğinden kendince daha kolay gördüğü bir mesleğe yönlendirmeye çalışır çocuğunu. Aradan zaman geçip de çocuk, çocukluk dünyasından azıcık çıkıp kendini büyükleri gibi para kazanma sevdasında hissettiği zamanlarda kendine meslek belirlemeye başlar. Bu da genelde çocuğun çevresinde gördüğü kazancı iyi, kendi ruh yapısına uygun mesleklerdendir. Örneğin amca diş hekimidir, her gün sabah işine gider, hastalarını muayene eder, hiç kimseye bağlı değildir, istediği zaman birkaç günlük tatile çıkabilir. Örneğin ablamız mimardır, şehrin sakin bir yerindeki iş yerine gider, çizimlerle uğraşır ve çok da güzel para kazanıyordur. Dayımız savcıdır, devlete bağlıdır; yani tam manasıyla özgür değildir ama bir telefonuyla halledemediği iş yoktur, kazancı da iyidir. Örnekleri çoğaltmamız mümkün. Gençler yukarıda verdiğimiz örneklerde olduğu gibi mesleklerin daha çok görünen taraflarını bilirler. Aslında tüm mesleklerin bu görünen kısımları buz dağının su üstündeki kısmından farksızdır. Her karşılaştığım insanın kendi yaptığı mesleği beğenmemesi, karşıdakinin mesleğine özenmesi bunun başlıca göstergesi. Örneğin memurlar sitesini incelediğimizde, her meslek grubu diğer mesleklerdeki kişilerin bir iş yapmayıp yan gelip yattığını söyler. Ya da bir komşumun sizi balkonda çay içerken her gördüğünde “Bir daha dünyaya gelirsem öğretmen olacağım.” demesi herkesin, başkasının işinin kolay, rahat para kazanılan iş zannettiği gerçeğini ortaya koyuyor. İşte gençlerimiz de doğal olarak bunlardan etkileniyor. Nasıl etkilenmesin ki? Büyükler bile yukarıdaki örneklerde olduğu gibi meslekler konusunda sağlıklı bir değerlendirme yapamıyorlar.

Bizim ülkemizde eğer gencin babadan kalma bir işi yoksa okullarda sayısal, sözel, eşit ağırlık bölümlerinden birini okur ve hedefindeki bir mesleği yapacağı üniversiteye gider. İşte benim asıl değinmek istediğim mesele burada. Yani lise sıralarında gencin meslek seçimine itilmesi. Batıdan bize gelen yönlendirmeler doğrultusunda öğrencinin mutlaka kendine bir hedef belirlemesi istenir. Bu hedef doktor, mühendis, öğretmen, avukat, vali gibi. Bunlardan sadece birini hedeflemelidir öğrenci. Birkaç tanesini hedeflerse olmaz, çünkü birkaç tane hedefi olursa öğrenci kendini tam manasıyla hedefine odaklayamaz(!) der batılı eğitim bilimcileri. Bu konuda bizim eğitim bilimcilerimiz de batılı meslektaşlarının söylediklerini tekrar etmekten başka bir şey söylemez çoğu zaman. Peki, öğrenci hedef belirlemeyecek mi? Tabiî ki belirleyecek ama bu hedef bir tane ve saplantı düzeyinde olmaması lazım bence. Yani zaman ve şartlar değiştiğinde geçiş yapılabilecek esnek hedefler belirlenirse ileride ortaya çıkan olumsuzluklardan öğrenci en az şekilde etkilenecektir. Öğrencinin tek hedef belirlemesindeki sakıncalar neler? Birinci olarak öğrenci belirlediği hedefte yukarıda değindiğim sebeplerden dolayı, yani seçtiği mesleği tam olarak tanımaması yüzünden gerçekçi değildir. Hedeflenen mesleğin tam olarak tanınması da mümkün değildir zaten. Çünkü her meslek yapan kişiye, yapılan yere, başındaki müdüre, muhatap olunan kişilere göre ve daha aklımıza gelmeyen bir sürü sebepten dolayı değişkenlik göstereceğinden hiçbir meslek tam olarak bilinemez. İkincisi kendine bir meleği hedef belirleyip bu şekilde 12. sınıfa gelen bir öğrenci sınava bir sene veya birkaç ay kala hedeflediği mesleğin olumsuz bir yönünü öğrenince o hedeflediği meslekten soğuyabilir böyle bir durumda da öğrenci sınav arifesinde ne yapacağını bilemez bir boşluğun içine düşer. Bir diğer sakınca, öğrenci okulda gördüğü derslerden mesleğini kazanmada faydasız olacağını düşündüğü derslerde sıkılır, bu derslere gereken önemi vermez. Mesela, ben hukuk okuyacağım, fizik benim ne işime yarayacak veya ben mimar olacağım edebiyat benim ne işime yarayacak gibi onu derslerden soğutacak bir tutum geliştirmesine sebep olur. Hâlbuki ileride bugün gereksiz gördüğümü derslere muhtaç duruma düşebilmesi an meselesidir. Onun için karşımıza gelen her ders ve hocadan mümkün olan en yüksek derecede kendimize fayda sağlamalıyız. Bence öğrenciler, 9. sınıfın sonunda az çok hangi alanı başarabileceğini ve bu alanla bağlı olmak üzere ileride yapabilecekleri muhtemel meslekleri belirleyip sonra da belirlediği alanda en yüksek düzeyde çalışmasını yapmalıdır. YGS/LYS bitip puanını öğrenince okumak istediği tercihlerini yapıp yola çıkmalıdır.


Hazırlık aşamasında yani 10, 11, 12. sınıflarda dualarımız “Allah’ım beni dinimize, vatanımıza, milletimize, kendime en faydalı olacağım mesleğe yönledir, o mesleği nasip et.”şeklinde olursa ve en iyi şekilde çalışırsak Allah da bizi en uygun mesleğe yönlendirecektir inşaallah. Ve Allah’ın nasip ettiği mesleğin de tüm ayrıntılarını, inceliklerini öğrenirsek, yani yaptığımız işi en güzel şekilde yapar muhataplarımızı memnun edersek sanırım yaptığımız işten biz de zevk alırız. Bir başka açıdan, sevdiğimiz işi yapmak değil de, yaptığımız işi sevmek bence daha akıllıca olacaktır. Belki çok para kazanamayız ama işimize severek gider, gelir; akşam başımızı yastığa koyunca huzurlu oluruz. Tabiî ki bu söylediklerim meslek seçiminde uzman olmayan sadece öğrencilerimde gördüğüm bir durumu, daha doğrusu ikilemi dile getirmeye çalışan benim düşüncelerim. Hayatta başarılı ve mutlu olmanız dileklerimle, Allah’a emanet olun.

Arif Çalış'ın deneme yazısıdır.

Yorumlar