PAKİSTAN

pakistan, paki

BU YÜZDEN SEFERÎYİZ BİZ
İçimdeki şımarık çocuk bu yıl Paki çocuklarla girdi bayrama.
Gurbette qurbiyyet kuruldu yürekler sızlayarak.
Bakmak görmek gibi değilse şayet, tatmak görmekten de öte.
Gördüm, yaşadım, tattım taa iliklerime kadar.
Uygarlık mı sizin olsun verin bana İkbal’imi.

Güneş henüz bohçasını toplayıp gitmemişti. Herhangi biri değil, bir dost eli idi telefonumun melodisini çaldıran. Naif sesi ile Pakistan’a gitmem gerektiğini haber verdi. Hiç ikilemeden başım üstüne demek düşerdi böylesi kutsal görevlere. Öbek öbek bayrak olup dağılacaktık farklı diyarlara.
  İnsanlığın coğrafyasını üç inanmış insanla keşfedecektik. Uzaktaki insanların acısını kendi acısı gibi hisseden yüreklerle sîru fil arz emrini yerine getirecektik. Tek dişi kalmış uygarlığın, emperyalist emellerin, küresel yiyicilerin, obez varlıkların, veyl olası beyaz ellerin(!) taksim ettiği geometrik coğrafyanın insanına bir kudret eli, bir dost eli,  bir yed-i beyza uzatacaktık. Tedavülden kalkmayan kan ve irin kokan kentlerine kir tutmaz hayırlar bırakacak, örümcek yapılara inat Bünyan-ün mersûs evler inşa edecektik. Pakilerin duygu haritalarına atılan ilmekleri çözmeye çalışacaktık gücümüz yettiğince. Onlara değil kendi içimizeydi yolculuğumuz belki de. Hangi duyguydu bizi bir kıtadan diğerine seferî kılan? Aşktan başka nedir bizi yollara düşüren, aşktır yürek ülkesine düşen, aşktır omurgaları aynı eksende yürüten...  Ağu ile balı birlikte içip menzile götürmüyorsa nedir ki aşk... Uzakları yakın kılmıyorsa nedir ki aşk... Gönüller arasında köprü oluşturmuyorsa nedir ki aşk… Yetime, yoksula bir dost eli uzanmıyorsa nedir ki aşk. Perdeyi aralamıyorsa nedir ki aşk...
Yunus’tan ödünç aldığım dizelerdeki gibi;
Gah eserim yeller gibi
Gah tozarım yollar gibi
Gah akarım seller gibi
Gel gör beni aşk neyledi.
Belki de vefaydı bize bir harf öğretenlere karşı. Gençliğimizde gönlümüze fidanlar diken, zihin dünyamıza ışık tutan,  unutulmaz hatıralar bırakan Paki Mevdudi ve İkbal ceddime vefa. Takvimler unutmadı omurgası dik insanları. Bir değer olarak kaldılar, öğretici oldular tüm çağlara. Bilgi ve bilinç açlığımızı giderdiler. Kök saldılar derinliklerimize. Mahsul devşirdiler yaz ve kış demeden. Kelebekler uçurdular sonsuza doğru...

Ne çok acı vardı bizi karşılayan. Ne çok ıstırap. Yoksul sokaklar yürekleri dağladı. Akşama kadar şeker kamışını tükürüklerine katık eden çocuklara ne demeli. Acıdan daha acıydı gördüklerimiz. Kucaklarında bebek avutan çocuklara ne demeli. Bir tencerenin başında yemeğin pişmesini bekleyen ya kızlara… Selzedeler fay hattı oluşturdu yüreklerde. Bilendik, bilinçlendik, kendimize geldik... Hayata tutunmaya çalışan dedelere, ninelere ne demeli. Eve ekmek götürme derdine düşmüş babalara ne demeli.  Yokluğu ateşte pişiren, bağrına taş basan annelere ne demeli...
İlim adına, irfan adına çok şey öğretti bu yolculuk bize. Gurbette gurbiyyet kuruldu ıyd-ül mübarek denilerek... Dost Eli’nin dokunduğu her yer gül açtı, başlar okşandı O’na dost olmak için. Dost Eli’nin inşasıyla hayata gülümsediler… Açılan kuyulardan kana kana su içen yavruların yanık ciğerleri sulandı... Maidemize inzal olan bereket, cebimizdeki son kuruş paylaşıldı. Onları görünce şükür makamında duraksadık. Yetemedik, yetişemedik yâd ellere. Ete hasret cılız bedenler bıraktık ardımızda. Ekmek kırıntıları bıraktık peşimiz sıra. Balon verildi çocuklara gökyüzüne uçursunlar hayallerini diye. Siyah ellerine şeker verildi tatlansın düşleri diye. 

Yokluk ve yoksulluk içinde zebun oluşlarını gördüm. Et poşetlerine uzanan ellerin yerinde olmayı düşündüm. Kamyonun etrafındaki izdihamı, eli dolunca yüzlerde açan gülleri gördüm. 50 metrekarelik evlerde iki ailenin mutluluk paylaşımlarını gördüm. Sel felaketinin getirdiği kumları, götürdüğü yuvaları gördüm. Yalın ayak yürüyen eli kınalı kızları gördüm. Kimsesizlerin de kimsesi olduğunu gördüm. Cümle kapılarına gerilen perdeleri gördüm. Kanalizasyon akan dar sokakları, kapısız tuvaletleri gördüm. Mecalsiz ihtiyarları, burkalı kadınları, şalvar kamis giyenleri gördüm. Dâru'l-İslam'ın yetimlerini gördüm. Ülkenin varsıl ve yoksul iki yüzünü, ikiyüzlülerini gördüm.  Diyar-ı küfrü gezdim beldeler kâşaneler gördüm. Dolaştım Mülk-i İslam’ı bütün viraneler gördüm. Tenhalarda ağlayan garipleri, buruk yürekleri gördüm. Gör ki neler var...

Medeniyeti, sırtına çantasını alıp insanlık için yola koyulan yürekler mi kuracak yeniden? Acıyı gönlünün en nadide köşelerinde hissedenler mi yoksa? Bir yed-i beyza mı tutup kaldıracak düşenleri, düşkünleri? Başkalarının hak ve menfaatlerini kendilerininkinden önde tutanlar mı? Yaptıkları iyilik karşısında beklentileri olmayanlar mı? İnsanlığın kurtuluşu için varını ortaya koyan varsıllar mı? Yeniden varoluş için kürek çekenler mi? Tekerrür için tarihe yürüyenler mi? Âşıklar mı kuracak yoksa medeniyeti yeniden?

Karanlık gecelerin ardından Nehar’ın tecelli edeceği ümitle yollara düştük, mesafeler uzak görünse de. Gölgesinde dinleneceğimiz dikili ağacımız olmasa da seferdeyiz. Sayılı günlerin sonuna kadar bir avuç toprağa emanet olana dek gece yolcusuyuz. Heybemizi doldurmak için, yırtık elbisemizi yamamak için, varlık için, var olmak adına. Göçmen kuşlar misali yörüngemizi şaşırmadan uzak diyarlara kanat çırpmak için. Yekvücut olmak için, azaların acısını yüreklerimizde hissetmek için. İç acısıyla kaybolanı aramak için. Sırrına ermek, sırra kadem basmak için. Tereddüt etmeden yoluna baş koymak, yolunda can vermek için... Adanmak için, kurban olmak için...

İşte bu yüzden yola revan olduk biz.
İşte bu yüzden seferîyiz biz...

Harun SÖNMEZ
(Eğitimci - Yazar)





Yorumlar